Ünlü sinema yazarı Atilla Dorsay, Türkiye’de İstanbul Film Festivali’nde gösterildikten sonra geçtiğimiz cuma vizyona giren ve eşcinsel modacı Yves Saint Laurent’in hayatını anlatan “Saint Laurent” filmine köşesinde yer verdi. Dorsay filmi, özelikle kadınlar, ‘gay’ler ve de moda düşkünleri için güzel bir seyirlik olarak niteledi.
T24’te yayınlanan yazı şöyle:
Kimi kişilikler birden moda oluyor. En son da modacı Yves Saint Laurent. Birkaç yıl önce, sinemaseverler hatırlarr, sıra Coco Chanel’deydi; modayı tümüyle yenileyen, kadınlara pantolonu ve tayörü tanıtan efsanevi kadın Fransız modacısı.
Anlaşılan sıra Saint Laurent’de…Cezayir’de doğmuş, 1936- 2008 arası yaşamış ünlü moda ikonu. Çok genç yaşta işe başlamış, daha 17 yaşında asistanı olduğu Dior’un himayesi altında parlamış, pantolonu alabildiğine gündelik kılması kadar deri ve kürkü de bol kullanmasıyla devrim yapmış sanatçı.1957’de Dior’un ölümüyle onun şirketini devralmış, kısa eteğe (daha 1959’da!) ilk kez cüret etmiş, 1962’de Amerikan sermayesi bularak kendi modaevini açmış. Yine o yıllarda madeni ve şeffaf kumaşları, geometrik biçimleri giysilere katmış bir yaratıcı.
Diğer Saint Laurent filmi, yine 2014’de çekilen, Jelil Lespert’in yönetip sanatçıyı Pierre Niney’in yönettiği Yves Saint-Laurent. O filmi görmedik, ama karşımızdaki film, onun tüm bu öyküsünü vermiyor. Çünkü onun 1967- 1976 arasındaki dönemine odaklanmış. Bir de finalde iyice yaşlılık dönemine bir yaklaşım var.
Bu uzun (150 dakikalık) film, üstelik geçen yıl Fransa’nın Oscar adayıydı. Oysa kitleye dönük, hele Amerikalı’ların seveceği bir film değil. Dramatik bir yapısı yok, iskeleti zayıf. Ve sonunda onu gereği gibi tanıyamıyoruz.
Yine de yabana atılacak bir film değil bu…Çünkü o dönemi tüm ayrıntılarıyla vermede ve atmosfer yaratmada gayet başarılı. Böylece, özellikle başta ve sondaki iddialı defilelerde o mesleği, o hayatı, o dünyayı tüm gerilimiyle yaşıyor, kaygı ve sevinçlerine ortak oluyoruz. Film boyu gösterilen sayısız giysi ve kostüm de modaseverler için ayrı bir şölen. Üstelik yalnız kadınlar için değil; her sahnede kılık değiştiren Yves sayesinde, erkekler için de!…
Ayrıca sanatçının özel yaşamına ve bilinen eşcinselliğine de gayet gözüpek ve estetik bir eğilişi var filmin…Olasılıkla daha Cezayir yıllarında başlayan bir esmer/Arap erkeklere düşkünlüğü, karanlık dehlizlerden gece klüplerine pervasızca dolaşması, yalnızlığını cinsellik kadar yumuşak bir yaklaşımda da giderme çabası gibi. Saint Laurent’in eşcinselliği, onun ayrılmaz bir parçası. Öyle olmasaydı, kendisini bir kadın gibi hissetmeseydi, kadınlara onca yakışan tüm o giysileri hayal edebilir, o devrimi yapabilir miydi?
Film ayrıca o dönemde ’68 olayları, De Gaulle’un istifası, Vietnam savaşı, çiçek çocukları vb. dünyayı sarsan olaylar sırasında, o takımın sadece moda ve de seksi düşünüp uygulamasını da gösteriyor; alayla karışık bir eleştiriyle birlikte…
Oyuncular da bir alem…Başrolde Gaspard Ulliel, fiziğinden kırılgan ve kırıtkan tavırlarına öylesine Saint Laurent olmuş ki, şaşarsınız.. Eşcinselliği böylesine sırtına giyen bir oyuncu uzun zamandır görmemiştim. Büyük aşkı Pierre Berger’de Jeremie Renier, gizemli Jacques’da Louis Garrel, Loulou’da Lea Seydoux, Anne-Marie’de Amira Casar da anılmalı.
Ama benim için en büyük sürpriz, yaşlı Saint Laurent’de ünlü Alman oyuncusu Helmut Berger’i bulmak oldu. Tanıması zor halde. Ama ne kompozisyon!…Ayrıca annesini oynayan, bir dönemin saygın oyuncusu Dominique Sanda’yı da tanımadığımı itiraf etmeliyim. Zaman insanları nasıl değiştiriyor!…
Böylece filmin özelikle kadınlar, ‘gay’ler ve de moda düşkünleri için olduğunu sanırım anladınız.