Elektronik müziğin yeni soluklarından Nova Norda, GZone Dergi’nin Mayıs 2018 sayısının konuklarından biri oldu. Gelin, Murat Renay’ın sorularıyla bu heyecan verici yeni ismi daha yakından tanıyalım:
-Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Nasıl bir eğitim aldınız ve müzik yolculuğunuz nasıl gelişti?
Müziğe 7 yaşımda, piyano çalarak başladım ama müzik üretmeye ciddi anlamda başladığım zamanlar Boğaziçi yıllarıma denk geliyor. Boğaziçi’nde Sosyoloji’den ziyade Müzik Kulübü’nden mezun oldum diyebilirim. 🙂 Her boş vaktimde kulübe gidiyor, o sırada orada kim varsa jam session’lar yapıyor, müzik konuşuyordum. Bir yandan korolarda söylüyor, gruplarda çalıyordum. Güzeldi çok!
Mezun olduktan sonra Medya/Reklam alanında çalışmaya başladım. Kariyerim kısa sürede çok hızlı bir şekilde ilerledi. Başta çok keyifliydi ama 3 senenin sonunda, bir şeyler içime sinmez oldu. İşten döner dönmez soluğu piyanomun başında alıyor, besteler yapıyordum. Aylar böyle geçerken bir gün gücümü toplayıp, kendi yoluma çıkıp sadece müzik yapmaya cesaret etmeyi başardım. Tüm zorluklarına rağmen doğru yerde olduğumu hissediyorum.
-Müzik tarzınızı ne olarak tanımlarsınız? Müziğinizde hangi öğeler var?
Beste yaparken spesifik bir müzik türü ile aramda monogami olmuyor. 🙂 Multi-genre, en sevdiğim. Her şeyden biraz var. Elektronik, hip-hop, rap, trap, disco, karıştırıp karıştırıp rengarenk bir şeyler yapmaya bayılıyorum!
-Hangi sanatçılardan, nelerden ilham alır ve etkilenirsiniz?
Efkarlı müzikleri pek sevmiyorum. Zorluklarla karşılaşınca oturup ağlamaktansa dayanıklı olup bir şeyler yapmak çok daha çekici geliyor bana. O yüzden sokakta yürürken bana yenilmezmişim gibi hissettiren tüm parçalar bana çılgıncasına ilham veriyor. Kimbra, Cabadzi, Depeche Mode, M.I.A, Kavinsky bunların başında.
-Tıklama rakamları, listeler, izlenme rakamları vb derken, Türkiye’de müzik piyasasının acımasız kuralları olduğuna inanıyor musunuz? Kendinizi bu yarışta görüyor musunuz?
Elbette kendimi bir yarışın içinde hissediyorum. Tüketim hızı çok yüksek olduğu için hızlı bir tempoyla çok sayıda içerik üretmenin makbul olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Öte yandan kendim de kısa sürede yeni şeyler üretmeyi sevdiğimden bu durum beni rahatsız etmiyor. Yerinde duramayan bir müzisyen için başedilemez bir durum değil. 🙂
-Elektronik müziğin Türkiye’deki gidişatını nerede görüyorsunuz? Hangi alanda açılıma ihtiyaç var sizce?
Hepimiz biliyoruz ki çılgın bir yabancı elektronik müzik tüketimi var Türkiye’de. Ama bu müziklerin Türkçe karşılıklarını bulamıyoruz. En büyük ihtiyaç bu gibi geliyor bana. Yaptığım müzik de tam olarak bu ihtiyaca yönelik esasında. Ben ve benim gibi düşünen yeni nesil müzisyenler, el ele, gümbür gümbür geliyoruz bence. Harika bir talep de var; gidişatı çok güzel görüyorum. 🙂
-Dinozorlar şarkısında kimlere gönderme var? “Gençlerin önünü açın” tadında bir sitem midir bu? 🙂
Biraz dinleyicinin yorumuna kalmış aslında. 🙂 Benim parçayı yazarken sitem ettiğim, bize “yapamazsın, edemezsin” diyen tüm cesaret kırıcı seslerdi. Paralize eden yenik düşünce tarzı yani. Gerçek bile olmayan abuk sabuk varsayımlar bunlar ve bizi boşu boşuna güçsüz hissettiriyor. Bunları yenmek de ilk önce bu düşüncelerin birer “dinozor” olduğunu keşfetmekle başlıyor. Keşfedince bir güzel hafifliyor, özgürleşiyor insan. Şarkı bununla ilgili. 🙂
Ama sembolik bir parça olduğu için sözlerin dinleyici tarafından başka noktalara çekiliyor olması da çok hoşuma gidiyor, o çekilen noktaların da illa doğruluk payı var çünkü.
-Şarkılarınızı hazırlarken kendinizi özgür hissediyor musunuz? “Şunu yapmayalım” diyerek otosansür uyguladığınız oldu mu?
Henüz hiç olmadı. Gündelik hayatımda da genellikle içimden ne geliyorsa dilimden dökülüveriyor. Parçalar da böyle çıkıyor.
-LGBT özgürlükleri ve bunun müziğe yansımaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkçe müzikte yeteri kadar yerini bulabiliyor mu sizce? Peki ya siz ileride bu içeriğe sahip bir şarkı üretmeyi düşünür müsünüz?
Ana akım işlerin büyük fark yaratabileceğini düşünüyorum. Bu konuda aklıma gelen en büyük işler Athena’nın Ses Etme’si ile Gülse Birsel’in Aile Arasında’sında hayranlıkla izlediğim Ayta Sözeri. Çok güzel böyle şeyler görebilmek. Ama yeterli mi, elbette değil. Halihazırda büyük kitlesi olan isimlerin alabileceği anlamlı insiyatiflerin ciddi değişiklik yaratabileceğini düşünüyorum. Bana gelince, henüz yolun başındayım ama neden olmasın?