GZone ekibinden Eren Can Demirel, geçtiğimiz Ağustos ayında yapılan, Avrupa’nın ve dünyanın en büyük festivallerinden biri olan, Budapeşte’nin özgürlük adası Sziget Festivali’ne katıldı ve izlenimlerini fotoğraflarıyla birlikte kaleme aldı.
İşte bu yazı:
Bizleri girişteki köprünün üzerinde dünya üzerindeki bir çok dilde “Hoşgeldiniz” anlamına gelen sözlerle -elbette Türkçe de vardı- karşıladı Sziget. Biz de Sziget pasaportumuzu elimize alıp bu muhteşem festivalin deneyimini yaşamaya başladık.
Sziget, Özgürlük Adası diye bizlere kendini tanıttı ve tanıtımının hakkını verdi. Budapeşte’de Tuna nehrinin ortasındaki bir adada yapılan yaklaşık bir hafta süren çılgınlıklar dolu festival, bir yanınızda orman bir yanınızda nehir diğer her bir yanınızda ise farklı sahneler bulundurarak sizlere bir çok farklı seçenek sunuyor. Örneğin, bir yandan chill-out müzikler dinleyip nehre girebilirken diğer yandan 5 dakikalık bir mesafe ile sahne değiştirip dünyaca ünlü isimleri dinleyebiliyorsunuz.
Elbette bu kadar özgür bir ortamda bol bol gökkuşağı bayrağı görmek mümkündü 🙂
Farklı yaş gruplarına ve eğlence anlayışlarına göre çeşitlendirilmiş bir festival. Sabah yoga sınıflarından, after partilerine, çadırda kalmaktan bedenini yorgun hissedenlere bedava masaj olanağından tutunda reiki seanslarına kadar çoğu şeyi katılımcılarına bedava sunması ve onları eğlence için her gün sıfırlaması takdire şayandı.
‘Eee her şey mi kusursuz, bu kadar mı mükemmeldi?’ diye sorarsak, elbet bazı pürüzler vardı. Fakat festival ve organizasyondan dolayı değil, insanlardan kaynaklandı bu pürüzler. ‘Party Animal’ diye bildiğimiz Avrupa’nın çılgın gençleri kimi zaman festivali çekilmez bir EDM konseri havasına soksa da, bahsettiğim gibi seçenekler fazlaydı ve bıkkınlık anında sizi cezbedebilecek bir şeylerle ortamınızı hemen değiştirebiliyordunuz.
Opera, dans, tiyatro, rock, hip-hop, dünya müziği aklınıza hangi müzik ve sanat türü gelirse hepsi katılımcılara sunulmuştu bu yüzden anı kurtarmak oldukça mümkündü. Art Zone’ları deseniz şahaneydi, kendi sanat eserlerinizi yaratabiliyorsunuz. Geri dönüşümden gelen eşyalarla kendinize çantalar, kıyafetler yapabiliyordunuz ve bunların hepsi ücretsiz açılan sınıflarda yapılıyordu.
İyi ki gitmişiz ve iyi ki görmüşüz diyorum şimdi. Bir çok kültürden insanla tanışmak, bir olmak, hep beraber gülüp eğlenmek, karavanlarda, çadırlarda kalmak, nehir kenarında uyumak ve bir yastığı 5 kişi ile paylaşmak, tanımadığınız binlerce insanla din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeksizin bir bütünün parçası olmak şahaneydi!
Yazı ve fotoğraflar: Eren Can Demirel