MABEL MATİZ: LGBTİ+ İLE ANILMAK KONUSUNDA HERHANGİ BİR ÇEKİNCEM VEYA ENDİŞEM YOK

GZone Dergi’nin 2018 yazına özel duble sayısının kapağında, bizler için çok önemli bir konuk var. Başkası değil kendisi olan, özgürlüklere verdiği önemden müziğinde de vazgeçmeyen, gökkuşağının müzikteki en parlak rengi, son albümü MAYA ile sadece bir şarkıcı değil aynı zamanda bir ozan olduğunu kanıtlayan MABEL MATİZ.

Mabel Matiz ile GZone ekibinden Mert Bell ve Sencer Piyancı söyleşti. İşte severek okuyacağınız bu röportaj:

Fotoğraflar: Selçuk Danyıldız
Styling: Anıl Can
Saç: Mustafa Akgül
Makyaj: Burcu Taş

Merhaba Mabel. Bir önceki albüm “Gök Nerede” büyük bir başarı yakaladı ve şimdi neredeyse 3,5 yıl sonra “Maya” ile karşımızdasın. Bu 3,5 yılın ne kadarı kutlamaydı, ne kadarı baskı altında geçti, ne zaman stüdyoya girdin, bize biraz anlatır mısın?
– Oldukça inişli çıkışlı bir 3.5 yıldı. Çok şey kutladım, çok güldüm. Bir o kadar da bunaldım galiba. Salonda uzanıp uzun uzun tavanı seyretmişliğim çoktur. Gök Nerede yayınlandığında duygusal olarak biraz yorgundum, savruluyordum. Arayış içindeydim. Hem içsel dünyamda, hem müziğimde, her anlamda yani. Lansmanda da sözünü ettiğim kazı çalışması o zamanlar başladı. Kendimle, kimliğimle, köklerimle, yaşadığım coğrafyayla ilgili derin, uzun bir kazı çalışması. Bu sorgulamalar bana iyi geldi, hâlâ da geliyor. Maya üzerine çalışmaya 2016 sonbaharında başladık. Sound arayışıyla beraber Sabi’ye (Saltiel) gitmiştim. Önce birkaç demo yapalım dedik, sonra baktık anlaşıyoruz, aldık yürüdük. 2 yıla yayılan süreçte bir yandan da pek çok konser, yolculuk ve yan proje yaptım.

2 bonus ile beraber toplamda 23 şarkıyla dönmek gözünü korkutmadı mı? Ya da şöyle sorayım, şarkıları elemek çok mu zor geldi, kafandaki neydi?
– Aslında albüme ilk başladığımda elimde 12-13 şarkı vardı. Gök Nerede ayarında bir repertuvar olur ve 6 ay sonra bitirip yayınlarız diye düşünüyordum. Ancak olaylar farklı gelişti. Bu süreçte yazdığım her yeni şarkıya yükseldim ve albüme ekledim. Çünkü kazının her aşamasında yeni bir şeyle karşılaşıyordum. Bunu dinleyiciye sunmam, kendimden göndermem şarttı. Arada teklileri yayınlayıp molalar verdik. Hem de dinleyiciye albümün kimyasıyla ilgili ipuçları sunmuş olduk. İlk defa bir sürecimin albümünü yapmış oldum sanırım. Gözüm korkmadı hiç, ancak albümün son haftaları epey kanlı geçti diyebilirim. Hiç bitmeyecek sandım bir ara. Neticede bu albüm her anlamda bir manifesto. Şarkı sayısı mevzusu bu manifestonun küçük bir bölümünü kapsıyor bana göre.

Albümü seninle birlikte yaratan aranjörün Sabi Saltiel ile nasıl bir araya geldiniz? “Maya” için en başından beri kafanda bir müzikal evren var mıydı yoksa bunu beraber mi yarattınız?
-Kafamda o zamana kadar yaptıklarımdan daha elektronik ve melez bir sound vardı. Hem buralı, hem de daha pis ve evrensel… Ritmin ön planda olduğu, ritüelik, retro bir şeyler hayal ediyordum. Sırf bu yüzden albümün açılış cümlesini “Önce ritim vardı” şeklinde düşünmüştüm hatta başta. Sabi’yi Özge’den (Fışkın) tanıyordum. O sıra birlikte çalıyorlardı. Özge’nin seslendirdiği bir besteme (Son Kale) beraber 2. bir versiyon yapmıştık. Üzerine yeni bir şeyler denemek istedim onunla. Sabi’nin çok yönlü müzisyenliği, ses tasarımı bilgisi kafamı çok açtı. İstediğim her şeye şaşırtıcı sonuçlar sundu. Gerçekten inanılmaz yetenekli bir müzisyen, adeta sihirbaz. İlk birkaç şarkıda birbirimizin dünyasına girmekte bir nebze zorlandık ama yapa yapa alıştık ve sound’u oturttuk. İyi bir uyum yakaladığımızı düşünüyorum. Senelerdir sahnede bana eşlik eden Emin İnal’ın psikedelik klavyeleri ve Tunç Çakır’ın perküsyonları da bize eklenince, bana göre albümün kare ası tamamlanmış oldu. Genel kimya bu şekilde ortaya çıktı. Ben diğer yandan işlerine bayıldığım Taner Yücel (Jakuzi), Mark Dobson (Ambassadeurs), Başak Günak (Ah! Kosmos), Kaan Düzarat gibi müzisyenlere de kolabrosyon götürdüm. Albümün daha da renklenip coşmasına aracı oldular sağ olsunlar. Kaan Düzarat’ın yaptığı A Canım versiyonlarından biri ilerde remix olarak yayınlanacak.

Kalıcı şarkılar yapmanın öneminin farkındayız elbette ama “Maya”yı dikkatle dinlediğimde ‘illa ki tutsun’ diye yapılmış bir şarkı olmadığını düşünüyorum. O nedenle sana doğrudan sormak istedim, bana bu şarkılardan hangilerinin öne çıkacağını söyleyebilir misin? Hislerin ne yönde?
-Bu albümün bir klasik olabileceğini düşünüyorum. Hemen hemen bütün şarkıları öne çıkacak bence. A Canım, Fırtınadayım, Mendilimde Kırmızım Var, Sarmaşık, Boyalı Da Saçların gibi şarkılar ilk anda hit olabilir.

Etnik öğeler senin müziğine hiçbir zaman yabancı değildi zaten ama bu albümde görselinden aranjelere kadar daha baskın ortaya çıktığını söylemek mümkün. Örneğin “Mendilimde Kırmızım Var” ve “Boyalı da Saçların” nasıl doğdu?
-Farklı zamanlarda farklı hislerle yazılmış şarkılar. Ancak ikisinde de yoğun folklorik his var evet. Mendilimde Kırmızım Var  beni en çok tatmin eden şarkılarımdan biri. Aranjmanı zikir teması üzerine kurduk. Sonrasında da oldukça saykodelik bir yere gitti. Oldukça eski bir travmayı iyileştirme güdüsüyle yazmıştım. Boyalı Da Saçların’ı ise Ege türkülerine benzetiyorum. Biraz sitemli, buhranlı bir şarkı. İlk yazdığım andan beri o melodiyi zurnaya çaldırmak vardı aklımda. Eyüp Hamiş’in performansı inanılmaz oldu. Emin’in synth dokunuşlarının bu aranjmandaki yeri ve etkisi de büyük. Böylelikle daha eklektik, zamansız bir hal aldı bence.

Albüm kapanışına doğru gelen “Dualar Değişir”in alternatif versiyonu ve “Kara Beyaz Kedi”yi dinlerken (hatta sözleriyle “Babamı Beklerken”i de dahil edebilirim) aklıma, 90’larda çocukluğumda kasetleri çevire çevire dinlediğim akşamlar geldi. 90’lar Türk popu senin için ne ifade ediyor?
-Çocukken benim bütün hayal dünyam, kaçış noktam, eğlence merkezim 90’lar Türk popuydu. İzlerinin müziğimde hissedilmesi çok doğal. Siyah tişörtlü rock’çı geçmişim hiç olmadı. Sürekli radyoda televizyonda sevdiğim şarkıcıları yakalamaya çalışırdım. Bu şekilde radyoda yakaladığım şarkıları teypte kaydeder, karışık kasetler yapardım. Yer gibi müzik dinliyordum. Sanki tek çarem buydu. Tabii internet falan yok, bazı şeyler çok daha anlamlı ve değerliydi bence. Küçük bir kasabada yer yer sıkılarak büyüyen bir çocuk olarak müzik ve 90’lar popu benim kurtarıcımdı diyebilirim. Bugün neysem o zamanlara borçluyum. Müzik yaparken de öncelikle teybin başındaki o çocuğu düşünüyorum, önemsiyorum galiba. Öncelikle o beğenmeli şarkıyı, o heyecanlanmalı.

Yeni LGBT marşı olması kuvvetle muhtemel “Yıldızların Peşinde”yi geçen yıl homofobik takipçine verdiğin ince ayar sonrasında yazdığını düşünmüştüm ama kartonetten çok daha eski yazıldığı bilgisini edindim. Nasıl hislerle yazmıştın bu şarkıyı?
-Yıldızların Peşinde ” İyi ki yazmışım. ” dediklerimden. Bundan birkaç yıl önce İstanbul Pride yürüyüşünde elimde dövizle çekilmiş bir fotoğrafım, sosyal medyada uzun uzun linç edilmiş, yerden yere vurulmuştu. Bazı kişi ve kuruluşlar tarafından o resimle defalarca hedef gösterildim. Bunaldığımı, yıprandığımı anımsıyorum. Bu şarkı benim kendimi toplamama bir araç oldu o günlerde.  Kendime hep şunları sordum: “Ne istiyorum? Nasıl mutlu olacağım? Hayattan, kendimden beklentim ne? Birilerinin benden beklediği gibi mi davranacağım, yoksa yürüyüp gidecek miyim?” İşte o sorular bu şarkıyı getirdi. Şöyle başlıyor: “Bir yalancı posterin arkasında gizlenip / Kendimi sınırlara sormayı hiç sevmedim!” Türk pop tarihine geçmesini diliyorum bu sözlerin. Ve herkese ilham olmasını; başka çocuklara, büyüklere, bütün bir topluma… İlginçtir ki şarkı yıllar sonra başka bir pride haftasında yayına girdi ve ne tesadüftür ki bu yılki pride başlığı “sınır”mış. Yeni öğrendim. Çok hoşuma gitti bu kozmik kavuşma. Dilerim ki bütün sınırlar kalksın ve sevginin gücü her şeyden üstün gelsin. Şarkının final bölümünde Turkish Vogue hissinde bir konuşma yapıyorum. Bana ilham veren popstarlardan bazılarının isimlerini sayıyorum. Aslında bir totem bu: Hayallerini kovalayan bütün çocuklar duysun ve onlar da kendi yıldızlarından güç alsınlar diye.

Daha önce yayınlanan “Muhbir”i Sıla ile beraber yazmıştınız, bu defa de sen ortak yarattığınız “Sarmaşık”ı söylüyorsun. Başkaları ile şarkı yazmaya ve söylemeye, ortak işler çıkarmaya nasıl bakıyorsun? Ya da başka şarkıcılara şarkılarını vermeye?
-Başka müzisyenlerle ortak iş yapmaya bayılıyorum. Birlikte şarkı yazmak çok eğlenceli bence. Sıla’yla ve Göksel’le o kimyayı epey tutturduk. Yazdığımız şarkılar beni mutlu ediyor. Devamı da gelecek diye düşünüyorum. Şarkı vermeye gelince, o zaten müzik yapmaya başlama sebebimdir. Bestelerimi daha fazla kişiden duymayı ben de isterim tabii. Ana akımın bu gibi şeylere çok ihtiyacı var.

23 şarkıyı 2 sene gibi bir süreç içerisinde üretmek ve albüm olarak hayata geçirmek zevkli ama zor bir süreç olmalı. Bu süreç içerisinde nelerden ilham ve güç aldın, nelere tutundun, bize anlatır mısın?
-Albümün orta yerinde aşık oldum. Sanırım imza mevzu buydu. Çok yüksektim, delirmiş gibiydim. Bu his her yerine bulaştı bence albümün. “Pembe” öyle çıktı mesela. (Her ne kadar sonra “Çukur”u yazdırmış olsa da..) Oldukça ilham dolu bir hikayeydi. Beni güçlendirdiğini, değiştirdiğini düşünüyorum. Çıktığım uzun yolculuklar, konserler, bütün turne yolları, özellikle de bazı kilit şehirler, mesela Van, Batman ve Hasankeyf ziyareti, hepsi çok ama çok etkileyiciydi. Aynı dönemde tarihe, eski medeniyetlere merak sardım. Zaman zaman doğaya kaçtım. Öyle öyle şeyler. Hepsi bir şekilde albümün kimyasına sirayet etti sanırım. Dinleyici olarak da Fransız synth popuna sarmış durumdayım bi süredir.
Sıklıkla albümden bunaldım ama bütün bunlar bir şekilde oyaladı beni.

Google’da LGBT ile ilgili kelimeler arandığı zaman çıkan görsellerde senin de LGBTİ Onur Yürüyüşü’ndeki fotoğrafını görüyoruz. Bundan sakınmadığını biliyoruz ancak LGBTİ ile anılmanın sana dezavantajlar sağladığını düşünüyor musun? Hem kariyerinde hem de özel hayatında?
-Söz konusu insan haklarıysa, dezavantaj endişesi önemini yitiyor bence. Bu konularda herhangi bir çekincem endişem yok. O fotoğrafı da bir nişan gibi göğsümde taşırım. Mesajı isteyen alır isteyen almaz, o benim konum değil.
İnsan hak ve özgürlüklerinden yana olmak, çokseslilikten yana olmak, bununla ilgili dürüst ve tutarlı bir duruş sergilemek neden dezavantaj olsun ki? Bir şeyin avantajlı olması için illa herkesce onaylanması gerekmiyor.
Hayatımı belli bir gerçeklik içinde yaşamaya, sürdürmeye çalışıyorum. Öncelikle kendime, sonra dış dünyaya olan saygımdan dolayı bu böyle olmalı. Gerisi hikaye. Dileğim bütün katmanlarıyla barışık, özgür, mutlu bir toplum.

Eşcinsel ya da transseksüel bir sanatçının “görünür” olması, gerektiğinde LGBTİ’leri desteklemesi sence neden önemli? Ne gibi bir faydası olabilir?
-Birlikten kuvvet doğacağı için önemli öncelikle. Ayrıca tanınan, bir şekilde kalabakları etkileyen, sözü dinlenen insanların topluma doğru ve evrensel olanla ilgili mantıklı cümleler kurması evrimimiz için çok önemli. Kolektif bilince hizmettir bu. Ortak gelişime hız kazandırır. Diğer yandan bunu herkesten beklemek de anlamsız. Hepimizin evrendeki yeri ve yolu başka. Bütün bunlara izin vermek gerek.

Son albümde dijital versiyonda yer alan iki şarkı “explicit” olarak etiketlenerek basılı albüme girmedi. Bunun nedeni neydi? Ve buradan yola çıkarak; kendini üretim yaparken özgür hissediyor musun? Yani otosansür uyguladığın işlerin oldu mu?
-Özel bir nedeni yok. Daha çok dijital promosyonla ilgili. Neticede o şarkıları yazdım, söyledim ve en hızlı yayılacakları mecralara bizzat yerleştirdim. Üretirken kendimi özgür hissediyorum evet. Otosansürle işim olmadı. Hissettiğim şeyleri anlatıyorum. Ancak bu şekilde anlamlı olabilir. Ama tabi bu benim birtakım duvarları yıka yıka, kendi kendime kurduğum bir şey. Kişisel bir durum yani. Dileğim herkesin fikrini duygusunu özgürce ifade edebildiği bir dünya.

LGBTİ’ler daha da özgürleşmek için sence ne yapmalı? Ünlü veya ünsüz tüm LGBTİ bireylere düşen görev sence nedir?
-LGBTİ’ler hem bireysel hem de hareket olarak zaten bütün bir dünyaya örnek teşkil edecek denli cesur, korkusuz ve ilham dolular. Bir tavsiyeye gerek var mı emin değilim. Yine de bence herkes en çok kendi içine bakmalı. Özgürlük ve daha pek çok durum, kişinin öncelikle kendi içinde inşa etmesi gereken şeyler. Bu bütün insanlar için geçerli. Kendimizle, kendi gerçekliğimizle daha çok temas halinde oldukça, dünyayı da daha özgür daha huzurlu görmeye, öyle yaşamaya başlayacağız. Buna eminim. Cesaretle yola devam.

GZone Dergi Temmuz-Ağustos 2018 sayısının tüm içeriklerine BURAYI TIKLAYARAK ulaşabilirsiniz.