MERT BELL MABEL MATİZ’İN YENİ ALBÜMÜNÜ YAZDI: MAYA, GÖRKEMLİ BİR KARMAŞA

GZone müzik yazarı Mert Bell, Mabel Matiz’in yeni albümünü “MAYA: GÖRKEMLİ BİR KARMAŞA” yazısında ele aldı. İşte albüm eşiliğinde okumanızı tavsiye ettiğimiz bu keyifli yazı:

2015’teki “Gök Nerede” ile kariyer zirvesini yaşayan Mabel Matiz için daha yüksekler de mümkünmüş meğer.
23 şarkıdan oluşan, her açıdan oldukça yüklü olan yeni albümü “Maya” kalabalık olabilir ama bu kalabalık hem şarkılarda hem de albüm genelinde bir yola çıkıyor ve bu yol uzun, illa ki konforlu değil ama bir o kadar cezbedici.
Albümün belirgin ilk özelliği, çıkışı öncesi yayınlanan tekliler “Öyle Kolaysa” ve “Ya Bu İşler Ne”de de imzası bulunan aranjör Sabi Saltiel’in dokunuşunun, ruhunun en az Matiz kadar albüme sinmiş olması. Evet, Taner Yücel, Ah! Kosmos ve Mark Dobson gibi yetenekli müzik insanları da şarkılarda devreye giriyorlar ama “Maya”nın başrolünde Matiz ve Saltiel var.
Matiz’in kulakların hemen ısındığı melodilerini bol enstrüman ve efektle güzelleştirmekten hiç çekinmeyen ikilinin bu maksimalist yaklaşımı başta ürkütücü ya da yorucu gelebilir ama “Maya”nın çocukluk akşamlarından kırık kalplere (ve onların tamirine), mükemmeli aramaktan vazgeçmekten ‘queer’ meselelere kadar değinen kocaman söz evreninde her şarkı kompozisyonunu o kadar organik şekilde bulmuş ki bir şeylere itiraz etmem dinledikçe imkansız hale geldi.
Aslında hiç kalemim olmayan, albümün geneline sinmiş ama bilhassa “Mendilimde Kırmızım Var”, “Kalbime Azap” ve “Boyalı da Saçların” gibi şarkılarda zirveye çıkan folklorik etki bile beni rahatsız etmedi. Hatta “Mendilimde Kırmızım Var” ve “Boyalı da Saçların”ın anonim türkülerimiz kadar uzun ömürlü olma olasılığı var diye düşünüyorum.
Kederli “Intro” sonrası açılışı yapan “Fırtınadayım” gibi bir şarkı içinse korkunç bir fırtınanın ortasında kalmış hissi yaratan aranjesinden başka ne düşünülebilirdi bilemiyorum. Duyabileceğiniz en hüzünlü keman melodilerinden biriyle başlayan “Fırtınadayım”da Matiz, Ortadoğu’nun öldürülen çocuklarından ve içinde yaşadığımız coğrafyanın en beter acılarından bahsediyor ve ilk şarkıda en karanlık hapı yutup (ve kusup) albümün kalanında bizi daha içsel bir yolculuğa çıkarıyor.


Bu yolculukta hit olma potansiyeli çok yüksek “A Canım” ve hit olmuş “Ya Bu İşler Ne” gibi taşkınlıklar yanında “Babamı Beklerken” ve “Pembe” gibi, biri çocukluğun kalp yaralarından diğeri de aynı kalbin yaşadığı aşkın en kişisel ve tomurcuklu anından bahseden şarkılar öncelikle kalbimi çalıyor. İki şarkı da son derece naif sözlere sahip, hem de bu sözlere uygun 60’lar rockını anımsatan minimal altyapıları ile meditasyon etkisi yaratıyor.
Sıla’nın devreye girdiği “Sarmaşık” başladığında ise şarkıyı Sıla’nın ekibinden biri düzenlememiş diye seviniyorum. Çünkü burada Saltiel’in albümün geneline hakim olan psychedelic synthleri o kadar enteresan bir etki yaratıyor ki şarkı başka bir evrene yol alıyor.
Albümün iki konuk aranjörü Taner Yücel ve Ah! Kosmos’un nefis atmosferik işlerinden de bahsetmek şart. Yücel, karamsar ve karanlık “Çukur”da; Başak Günak ise sallantılı ama iyileştiren “Dualar Değişir”de katman katman açılarak büyüleyen düzenlemelere imza atmışlar. (“Dualar Değişir”in rüyamsı alternatif versiyonunun ve Taner Yücel’in “Pembe”sinin de büyük hayranıyım ayrıca.)
Matiz, rahatlamak istediğinde ise kanımca albümün en sağlam sonuçlarını elde ediyor. Queer göndermelerinin yanında nefis ara melodisi ile baştan çıkaran “Ayrılık Buna Denir”, Bollywood-esk “Mükemmeli” ve aleni LGBT marşı “Yıldızların Peşinde” albümün yıldızları olarak parlıyor. Bu 3 şarkı hem içerik hem de düzenleme açısından pop müzikte dinlediğimiz hiçbir şeye benzemiyor ve Matiz’in müziğimizin gidişatı için ne kadar mühim olduğunun altını çiziyor.
Albüme bonus olarak eklenmiş, aranjör Mark Dobson ile kotarılan iki şarkı “Canki” ve “Comme Un Animal” ise Mabel Matiz müziğinin ticari kaygılardan bağımsız nerelere gidebileceğini göstermesi açısından önemli. ‘Çavuş Tom’un tokatlandığı yerde’ bol manyaklı, teknolu ve (nihayet) seksli “Canki”ye bilhassa bayıldım, albümde teşekkürü eksik etmediği Umay Umay da bayılmıştır eminim.
İsmini Mabel’in annesinden alan “Maya”, yukarıda da ifade ettiğim gibi içsel bir yolculuğun ürünü (kendisi ‘kazı çalışması’ diye ifade ediyor) belli ki ve bu yol, çok şarkılı bu albümde, pek çok durağa uğruyor. Bu duraklar bazen “Yaban”daki gibi bir isyana sürüklüyor ya da “Sarışın Değil”deki gibi eski ve heybetli bir aşkın üstünü çiziyor ama tüm bu karmaşa nihayetinde albümün muhteşem kapanış şarkısı “Kara Beyaz Kedi”de bir çözüme, en azından çözümün ilk adımına ulaşıyor: öncelikle kendini sevmeye.
Çok uzun yıllar kalıcı olacak ve müziğimize yön verecek “Maya”yı derhal dinlemenizi öneriyorum ve ‘arkadaşım’ diyebileceğim bu sanatçı ve ekibiyle sonsuz gurur duyuyorum.