Caner Alper tekli fotoğraflar: Mehmet Binay
Bu kitabı neden yazmak istediniz? Neden içinizden koptu? Ve özellikle neden bu yaşınızda içinizden koptu? Sizi bu kitabı yazmaya iten motivasyon neydi?
“Temiz Aile Çocuğu”nu doğduğum ülkeye, dile, dostlarıma veda edip yeni bir ülkede yepyeni gelenekler, şartlar altında yaşamaya başladığım zamanda yazma ihtiyacı duydum. Annem ölmüştü ve onunla yepyeni bir sayfa açılmıştı önümde.
Geçen yıl tam da bu zamanlardı. Çok şanslı olduğumuzu düşünen LGBTİ bireyler vardı. Oralarda işiniz kolay, aileniz farklı, eşit muamele gördüğünüz yerlere, konumlara gittiniz, diye yorumlayan kişiler… Bu hep böyle değildi. Böyle başlamamıştı. Ben de sizin gibiydim, deme ihtiyacı duydum.
“Temiz Aile Çocuğu” otobiyografim olmasına rağmen bütün bir hayat yerine farklı cinsel yönelimim sebebiyle yaşadığım sıkıntıları ve bunların arasından filiz veren mutlulukları anlatıyor.
-Sizce özellikle Türkiye’deki LGBTİ bireylerin hayatlarını anlatan anı kitaplarının önemi ve misyonu ne?
Yalnız olmadığımızın kanıtı. Destek, paylaşım, güç. Daha iyi konumda olanların daha kötüsünü öğrenme, mutlu sonların esin kaynağı oluşturma imkânı veriyor. Otobiyografi çok anarşist bir yazı biçimi, yazar kendisini, ailesini yerle bir ediyor ve bence LGBTİ bireyler için bu çok önemli.
-Ünlü ya da ünsüz olsun, bir eşcinselin açılması neden bu kadar önemli?
Dürüstçe yönelimini ortaya koyabilmek ve fiziksel ve duygusal eziyete son vermek yenden doğmak gibi. Bir eşcinsel için ailesine, dostlarına, çalışma arkadaşlarına yönelimini açıklaması milat gibi. Artık “Ne giyerim, nasıl konuşurum” derdi olmaz. Gittiği kafe, seyrettiği film, okuduğu kitap sorgulanmaz. Doğal refleksleri yerine oturur. Yürüyüşü dikleşir, cildi güzelleşir, daha güzel gülümser. Hele ki kabul görür, omzunda “Seni her koşulda seviyoruz” ellerini hissederse hayat herkes için daha keyifli hale gelir.
-Kitapta aslında çok kabaca bir özetle; eşitlik mücadeleniz var. Bu eşitliği de öncelikle ailenizden talep ediyor ve bir yalana onları ortak etmeden yüzleşmeye davet ediyorsunuz. Sizce “eşitlik” için aileden başlayarak tüm toplumda neler değişmeli?
Eşitlik, anayasamızda belirtildiği ama pratikte atlandığı üzere, din, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin herkes için gerekli. Büyüme çağında sadece ailemdeki değil, sülalemdeki en çalışkan, en zeki, en sorumluluk sahibi çocuktum. Buna rağmen eşit muameleyle karşılaşmadım. Bu özelliklere sahip olmayabilirdim de. Eskiden erkek evlatlarını kızlarından üstün gören ailelerin muamelesi gibiydi kimi zaman gördüğüm. Ya da Sünnilerin Alevilerden sayıca daha fazla diye ayrıcalıklı olmaları gibi… Daha fazla zaman kaybetmeden eşitlik konusunu ders kitaplarına öncelikli yerleştirmemiz lazım.
-Yirmi yıldan fazladır Mehmet Binay’la berabersiniz hatta hayatınızı evlilikle birleştirmişsiniz. Ayrımcılık yapmamak lazım ama özellikle eşcinseller arasında kişinin dönemine göre kısa süreli ilişkilerin yoğunluğunu da düşünürsek, bu kadar uzun süre uyum içinde olmanızın sırrı ne?
Öncelikle, heteroseksist dünya düzenine aykırı olarak, genç yaşlardaki kısa süreli ilişki yoğunluğunun gerekli ve sağlıklı olduğunu savunuyorum. Bütün bu özgürce tanıma, istediğin gibi tatma, uymazsa devam etmeme bizim dönemimizde ne yazık ki pek yoktu. Mehmet ile fiziksel ve düşünsel bir uyum sağlamamız tamamen bir şans olsa da bunu fark edip sahip çıkmaya çalışmamız bilinçli oldu. Dürüstlük, “her an kaybedebilirim” korkusu bizim ilişkimizin süresini uzattı sanırım. Birbirimize hareket alanları bırakmamız, ayrı ayrı ilgilerimiz ve farklı yönlere yolculuklarımız sonrasında geri dönüp paylaşma arzusu, ara sıra beraber bir şeyler üretmemizin de katkısı oldu sanırım.
-Çift olarak ileride bir çocuk sahibi olmayı düşünüyor musunuz?
Hayır.
-“Temiz Aile Çocuğu” sizin anılarınız üzerinden “aile” kavramını, ebeveynliği ve evliliği sorgulayan bir metin aslında. Özellikle annenizin yaşadığınız travmalardaki etkisini ve sonra da desteğini büyük hissetmişsiniz. Annenizin sizinle empati kurması ancak sizin yetişkinliğinize denk gelmiş. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Annem güçlü ama komplike bir kişilikti, sadece benim üzerimde değil tüm geniş ailemiz üzerinde etkisi büyüktü. Desteğini de, kösteğini de bu kitapta detaylarıyla anlatmaya çalıştım. Anneme mesafe alıp bakabilmem, sanırım Mehmet’in annesini tanıdıktan sonra oldu, “annelik” denilen o saçmalıklara gebe kurumun hep kötü olmadığını ve herkeste aynı işlemediğini anladım. Evliliği ise öyle tanışır tanışmaz karar verilen ve daha düğün sırasında veya birkaç ay sonra mahkeme koridorlarında kavga kıyamet ayrılmalarla değil de, belki de uzun yıllar beraberliğin kutsama partisiyle anılabilen “eşit” bir kutlama gibi yazmaya çalıştım. Artık aynılığı değil, farklılıkları kucaklamalı ve kutlamalıyız.
-Zenne döneminde filminizde büyük ses getirdiniz ve GQ gibi heteroseksüel ve eril sayılabilecek bir mecranın Türkiye’deki edisyonu sizleri Yılın Yönetmenleri seçti. Bunun ironisi var mı sizce? Konuyla ilgili fikrinizi merak ediyoruz
O dönemde her töreni, festivali, yayını, ödül törenini LGBTİ camiası için bir ses olur düşüncesiyle kabul ettik. Konuşmaya, gay-çift olarak kendimizi göstermeye ve toplumu biraz şaşırtmaya çalıştık. Kafaları karışsın, bunlar ne biçim eşcinsel, desinler istedik. GQ dergisinin YILIN ERKEĞİ ödül töreni Amerika, İngiltere ve yayın hayatını sürdürdüğü ülkelerde çok önemliymiş, bilmiyorduk. Bize pahalı smokinler giydirdiler, İngiltere’den çok eğlenceli bir fotoğrafçı geldi ki Damian da gay idi. Ödül töreninde ben kısaca festival yolculuğumuzdan bahsettim ama Mehmet tabii ki meseleyi LGBTİ zaferiymiş gibi görüp onlara “Farkında mısınız, açıkça gay olan bir çifte yılın erkeği ödülü veriyorsunuz? Tebrik ederim” diyerek kahkahalara sebep oldu. Ertesi gün “Milliyet” manşetten girdi haberi, kendi küçük tarihimize ümitle attığımız bir çetele olmuştu.
-İleride yeni film projeniz var mı? Veya başka ne projeleriniz var?
Olmaz olur mu? Agunah (Türkçesi: Demirlenmiş Kadın) diye İsveç’te İngilizce çekeceğimiz, dört ortak ülke yapımı bir sinema filmi var. Senaryosunu Zeynep Avcı’yla beraber yazdık, epeydir hazırda bekliyor. Amerika’da ortak yapım şirketi görüşmelerimiz devam ediyor ve oyuncuları arıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda başlayan ve İstanbul’a kadar uzanan olağandışı bir aşk hikâyesi. O bizi çok heyecanlandırıyor. Bir de YARIM diye bir projemiz vardı, geçen yaz çekecektik ama şimdi belki burada, Amerika’da İngilizce çekebileceğimizi düşünüyoruz.
-Kitaptaki “Eksiksiniz, o yüzden daha çok çalışmalısınız” mesajına hangi yönden katılıyorsunuz? Biz eşcinseller gerçekten hayatımızı ön plana çıkmaya çalışarak bir mücadele içinde mi geçirmeliyiz sizce?
Asla! Öncelikle eksik değil, fazlayız, pek çok açıdan. Dünyaya zor zamanlarda gelmiş ödülleriz. Barışa, sükûnete ihtiyaç duyulduğu zamanlarda ailelere verilen umut gibi. Çünkü keyifliyiz, zevkliyiz, ilgiliyiz, duyguluyuz ve kötülüklere karşı tepkili, hassasız. Hayatın keyifle yaşanacak bir yer olduğunu düşünen ve yayan barışçı, insancıl bireyleriz. Ön plana çıkmaya çalışmaya hiç ihtiyacımız yok ama toplum için hiç de fena olmaz, bizlerden sayıca çok ve özgürce ortalarda gezenler olsa!