ÖZLEM TEKİN VE BEKLENENİ VERMEYEN HARİKA KARİYERİ

Gzone Dergi Müzik yazarı MERT BELL, Gzone Online için Özlem Tekin’in müzikal kariyerini değerlendirdi…

Bu yazıyı yazma fikri Özlem’in “109876543210” albümünden çıktı aslında. Albümleri çıktıkları tarihlerden on yıllar geçtikten sonra hatırlayıp yeniden ziyaret etmeye ve kendi yaşımı ortaya çıkarmaya çok meraklıyım ya, biraz daha güncel bir albümü (henüz 10 yaşını devirmiş bir albümü mesela) değerlendirmek isterken aklıma geldi “109876543210”.

Bu albüm yalnızca külliyatımızın “en kafası güzel bilim-kurgu rock opera denemesi” olarak niteleyebileceğim “Gezegen X” isimli çalışmayı içermesi açısından bile önemlidir.  Beni hem korkutup hem de güldürmeyi becerebilen kaç şarkı var daha bilmiyorum ama bunların çoğunun da Özlem’e ait olduğuna eminim (mesela “Laubali”nin “Vurma”sı ya da 2013’te yayınlanan “Kargalar”).

Uzun bir zamandan sonra dinlediğimiz en sert soundlu Özlem Tekin albümü olduğunu (aslına bakarsanız hayır, “rockçı Özlem Tekin”in ilk “sert” albümü bu beşincisiydi arkadaşlar)  düşünürken aklıma “Cinayet”in gerdan kırmalı introsu ile meme/kafa sallamalı nakaratı geldi. Sonra “Belki”nin yumuşacık düzenlemesi, ardından teknoluğu ile Björk’ü hop hop hoplatacak “Adımı Söyle”… Nihayetinde fark ettim ki popüler müziğin (rock demek gerçekten daha büyük haksızlık olacaktır) gelmiş geçmiş en eklektik diskografisine sahip kadınıyla karşı karşıyayım.

Tekin’in albümlerinin her biri ayrı bir telden çalıyor gibi görünüyor gerçekten ama albümlerin tek tek içerikleri de benzer şekilde, şarkıcının kendini mutlu hissettiği tüm türlere (hem de korkusuzca) değmeden duramıyor. Örneğin 96 tarihli ilk albümü “Kime Ne” gayet agresif bir dans şarkısı olan “Yar Bana Varmadı” ile 80’ler stadyum rock’ı örneği olan “Herkes Şanslı Doğmuyor”u bir arada içeriyordu.

Hande Yener gibi bir pop şarkıcısının kendi türünün en yakın arkadaşları olan elektronik müziğe geçişinin dinleyici tarafından uzun süre yadırgandığı ve şarkıcının kariyerinde bir bocalamaya girmesine neden olduğu bu piyasada Tekin’in ta o yıllardaki bu rahatlığı alkışlanması gereken bir durum.

Kendisinin piyasanın kurallarını iplemediği apaçık ortada aslında (kariyerinin en pop anlarından “Hep Yek”te bile “bundan böyle hep yek hep tek başıma” diye gözdağı veren bir kadından söz ediyoruz). Ancak acaba bu durum, bu bir parça dağınıklık hissi, Tekin gibi donanımlı bir sanatçının hak ettiği noktada olmasına mani mi oldu? Bu “hak ettiği nokta” da çok gıcık bir ifadedir ama Özlem’in yeteneğinin Türkiye dışında bir pazarda daha iyi anlaşılacağı ve kıymetinin çok daha iyi bilineceği fikrinden de vazgeçemiyorum.

Solo kariyerinin en başından itibaren çok tuhaf ve çok kendine has bir hikaye onunki. Yani kime Türkiye’nin tek kadın hard rock grubu olan Volvox’tan çıkıp Hakan Peker’in sahip olduğu Peker Müzik ile ilk solo albümünü yapma şansı gelir ki? Ya da kulağa uluma gibi gelen o vokal tekniğiyle “Aşk Her şeyi Affeder mi?”yi söylediğini duyduğumuz ilk andan beri senelerdir o sesin hafızlarımızda yalnızca onunla özdeş kalması acayip bir durum değil midir?

Çoğunlukla güçlü ve her zaman da muhtaç olmayan kadınların şarkılarını yazıp söyleyen Özlem Tekin başrolünde oynadığı dizisinin şarkısı “Sil Baştan” ile kadınlara güç verirken aslında o daha ilk albümünden “Duvaksız Gelin”in şarkıcısıydı.

Ve gerçekten istediği müziği tam olarak yapabilmiş miydi bilmiyorum ama Volvox’un klavyecisi Özlem’in ilk albümü tüm “rockçı Özlem” etiketlemelerine rağmen bir klavye albümüydü.

Tekin’in klavyesine olan aşkına kardeş elektronik müzik aşkı ise hiç bekletmeden, 1998 yılındaki ikinci albümü “Öz”de kapı gibi karşımıza çıkmıştı. Tamamen Ümit Kuzer ile çalışılan bu albüm laf olsun diye yapılmış bir deneme değildi (“Saat” ve “Duvar” gibi şarkıları dinleyip buna inanmak imkansız zaten), üzerinde kafa patlatıldığı belli olan (en dans edilesi “Dünya” ve finaldeki edepsiz “Hiç” dahil)  karanlık bir işti ve haliyle o döneme kadar bu türü Türkçe sözlerle duymayan dinleyiciye ağır gelmişti. Ama bir şekilde bu albümden öne çıkan “Bahar” ve (o nefis videosuyla) “Yol” herkesin çok sevdiği şarkılar olmuştu. (Yani 2000li yıllarda “Türkiye’ye elektronik müziği ben getirdim” şeklinde konuşan isimlere aldanmayınız.)

“Öz”ün yoğunluğundan kurtulmak mı istedi yoksa dinleyicilere yine bir nanik yapası mı vardı tartışılır ama şahane şekilde isimlendirilmiş üçüncü albümü “Laubali”de sound olarak daha hafif, oldukça melodik ve kulağı hızla yakalayan şarkılar söyleyen Tekin’in bu albümünün en enteresan tarafı en az söz ve bestesini içeren albümü olmasıdır sanıyorum. Yine de garip bir şekilde Mirkelam’ın oynak “Laubali”sinden Barlas’ın aşk güzellemesi “Biri Var”a kadar her şarkı Tekin’in üstüne cuk oturmuştu. Barlas zaten “Aşk Her şeyi Affeder mi?”den bu yana Özlem’e en yakışan şarkıları yapan besteci olarak albümün gizli hitlerinden “Beni Yakan Aşkın”ın da sahibiydi. Bir diğer enteresanlık ise Özlem’e ait pek az şarkıdan biri olan “Yazmamışlar”ın Doğuş vokalli bir arabesk şarkı olmasıydı ki her nasıl olduysa şarkıcı bu denemede de muvaffak olmuştu.

Sürprizler ve beklenmeyenler Özlem Tekin’in kariyerinde bitmek bilmiyordu şüphesiz. “Laubali” üstüne “rockçı Özlem”den artık kütür kütür bir rock albümü beklerken biz, kendisi bayıldığım kapak görseli ile tam uyumlu, Alper Erinç’in elinden çıkma şahane bir pop albümü olan “Tek Başına” ile döndü. Ponpon kız şarkılarının “Tekince”si olan “Dağları Deldim” ile gazını alan bu albüm, en güzelleri “Kim Bilir” ve “Kırıldım” olmak üzere insanı yormayan minimal düzenlemeleri ve pek sakin vokalleri ile ıslak bir yaz rüyası tadındaydı. Çoğu Özlem’in sözlerinden oluşan albümde tek başına (ve kendiyle barışık) bir kadının ilişkiler konusundaki kırgınlıklarına, terk edilmişliklerine (nefis aksak gitar aranjesiyle “Oof”) ama gene de fingirdemeyi ihmal etmemesine (“İki Adım”) şahit olduk.

Şahit olduğumuz en büyülü ve şok edici anlardan bir tanesi ise 2004 yılındaki “Neredesin Firuze” filmindeki “Kara Sevda” türküsü yorumuyla gerçekleşti. Olağanüstü bir düzenleme üzerinde sesiyle harikalar yaratan Tekin’in bu performansı albümün ve kariyerinin bir diğer zirvesiydi.

Konserlerinde tüm şarkılarını alternatif rock versiyonları ile söyleyen (hatta o kayıtlardan oluşan mini bir Rock’n Dark albümü bile vardır)şarkıcının o güne dek rock kategorisine en yakın düşen albümü “109876543210” çıktığında herkes biraz rahatladı. Her zaman Özlem sürprizlerle gelecek değildi ya, bu sefer de albüm bir şekilde promosyon tuzağına takıldı ve yok yere gölgede kaldı. Diskografisinin en gaz şarkılarından “Değmez” ve “A)Şık”ı da içeren albüm Tekin’in 5 yıllık bir ara vermesine neden oldu.

Bu arada “Hokkabaz” filminde Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson ile başrolde oynayıp önce ikisinin (ve hepimizin) kalbini çalıp ardından acımasızca kırmayı da ihmal etmedi. “Sanki sürekli kendini oynuyormuş gibi ama aslında değil” hissi veren akıcı oyunculuğu zaten başka bir sürü dizi ve film için ona kapı aşmıştı/açacaktı.

2010 yılında evli bir kadın olarak geri döndüğü albümü “Bana Bi’şey Olmaz” temiz bir soft-rock albümüydü ve belki de evliliğin mutluluğundan “Özlem’in içinden de bir Sheryl Crow çıkıyormuş ya” dedirten, “Kimse Bilmez” ve “Sen Anla” gibi güvenli sularda yüzen şarkılar içeriyordu. Tekin’in sözlerindeki dinleyicinin kolayca bağ kurmasını sağlayan o samimiyet zaten en başından beri vardı, yalnızca bu kez şarkılar kumsalda yanan ateşin etrafından geliyordu. İlla bir ilginçlik arayanlar için de bir şeyler vardı tabii ki. Bengü coverı “Yüzde Seksen”, bir kere daha türküler diyarına daldığı “Aslan Yarim” ve erkek bakış açısından (acaba?) yazılıp söylenmiş şahane “Erkekliğime Verin” mutluluk vericiydi.

Bu tatlı haller yalnızca 2013 yılına kadar sürdü ve Özlem tüm dehşeti, “intikam soğuk yenen bir yemektir” tavrı ve rasta saçları ile döndüğünde çıkış şarkısı olağanüstü “Kargalar”dı ve şöyle diyordu: “Bugün seni öldürsem mi, cesedine tükürsem mi?”.

Sanıyorum müzik tarihimizde ilk kez popüler bir şarkıcı bu kadar cesur sözleri dile getiriyordu. Dahası bu albüm sanki bir öncekinin yumuşaklığına inat, aşkı ve aşığı ortadan kaldırmakla (“Asker”) kalmayıp sözü dünyanın gidişatı (“Kıyamet”) ve sonuna dahi (“Dünyam”) getiriyordu. (Heavy metal albümünde çiçekler ve gökkuşağından bahsetmesini beklemek tuhaf olur tabii ama Özlem Tekin’den söz ettiğimiz için kestiremiyor insan.)

“109876543210” albümü ekibinden Özhan Deneç ile beraber çalıştığı albümün soundu o albümü bir adım ileri götürüyordu ve belki de en başından beri ondan ısrarla bu tarzda albüm yapmasını isteyen kitleyi nihayet (17 yıl sonra) tam anlamıyla tatmin ediyordu. Zaten ilk albümündeki “Sebepsiz Savaş” ve ikincisi “Öz”ün en depresif şarkılarından “Tarlalar”ı bu albüme uygun şekilde yeniden düzenlemişti. Sanki her şey başladığı noktaya dönüyor gibiydi.

Hayır, öyle falan değildi. Çünkü Özlem sizi her an ummadığınız yerden sağlam bir şekilde vurabilir. “Kargalar” albümünde 7 tane kütür kütür metal şarkının sonuna 3 tane elektronik remix eklemeyi ihmal etmeyen şarkıcımızın son hamlesinin ne olduğunu bildiğinizi ya da tahmin ettiğinizi hiç sanmıyorum.  Zira kendisi bir ay kadar önce Bahar Canca ile kotardığı mini bir “psychedelic trance” albümünü (“Psyshe Album Part 1”) sessiz sedasız yayınladı. Evet, psychedelic. Evet, trance. İstanbul’da kalarak delirmeyi planladığım bu yaz döneminde bu albümün bana layıkıyla eşlik edeceğinden eminim.

Aslına bakarsanız gelecek yıl solo kariyerinin 20.yılını kutlayacak (aha, gene yaptım!) bu çok yönlü, süper yetenekli sanatçının arşivindeki şarkılardan birinin herhangi bir ruh halinize arkadaş olması oldukça mümkün görünüyor.

Aşkından da cinselliğinden de bahsetmekten çekinmeyen, kafasına/kalbine uymadığında orta parmağı göstererek ortamı terk eden, acısından ölse de illa ki iyileşeceğine inanan biraz üşütük bir kadından şarkılar dinlemek isterseniz Özlem Tekin huzurlarınızda efendim. 96’dan beri, gururla.