Bu filmi (dizi değil) cinsiyet üzerinden okumak isterdim ve işim çok kolay olurdu. Şöyle derdim mesela; horlayan hegemon erkekler örtük feminist kadınların duygusal emeğiyle koltuklarından ve kanepelerinden kaldırılıp yataklara yatırılıyorlar. Fakat böylesi güçlü bir ilişkiler ağı film için tek bir damardan yapılacak yorumlar çok eksik kalırdı, filme de haksızlık olurdu. Çünkü Bir Başkadır, oyunculuk ve bedende parlayan ama bedenin kesiştiği sosyal, sınıfsal, kültürel, dinsel ve ataerkil ilişkileri imamın örneğindeki çiçek yaprakları gibi açtıkça açan, kopardıkça da çoğalan bir film. Bu yüzden filme katmanlarla yaklaşmak istedim. Sonra bu katmanları zihnimde bir üst geçitte kaybettim. Olayı toparlayamayınca da yazıyı nomadic monadlar halinde bırakmayı yeğledim. Yani göç eden, birbirine değen paragraf kütleleri gibi okuyabilirsiniz ilerleyen paragrafları. Tam da hikâyenin önerdiği gibi. Ama sakın ha; film havada asılı kalan, bir şey önermeyen hikâyecikler toplamı gibi algılanmasın. Zira filmin gücü bu basitliği teğet geçip, önüne çatlaklar katarak her bir çatlağı devralmasından geliyor.
Bu psişik-progresif izlekte en önemli çatlak ise beden ve oyunculuk.
Sınıf bedene isler. Atanmış her cinsiyet bu bedende sınıfla beraber yeniden ve yeniden kendini var eder. Sonra ırk, din ve yığınla kimlik bedende kesişirler. Bu kesişim kümelerinin yutulduğu, unutulduğu yer ise dildir. Yine dil tüm bu enerjinin sürçmeye başladığı, tansiyonu artıran, doyum noktaları yaratan, kaynayan ve taşan bir yerdir.
Bir Başkadır bu yerin filmi. Dildeki boşluklar, eksiltiler, sürçmeler, kesintiler, süreklilikler, ısrarlar ve tekrarlar.
Ve terlikler ve çoraplar.
Ve filmi çok iyi yapan şey bu hattı koruyup, çok basit ve tanıdık sandığımız ama oturup adam akıllı iki kelime edemediğimizden donup kaldığımız bu ezbere hikâyede ısrarla dil hattını çatışmanın ve uzlaşmanın merkezine alması. Bunu da dilin bu kadar işlevsiz ve hükümsüz olduğu bir coğrafyada, söylenmeyenin içe patladığı Anadolulu kaosta kotarması.
Peki 2000li yılların başında kesişen hayatlar postmodern hikâyeciliğinden belki, ayılıp bayılabileceğimiz ama şimdi bize pek yeni bi şey asla vaat etmeyen, yıl 2005 olsa 5 yönetmenin birlikte çekeceği, içinde kuvvetle muhtemel Ümit Ünal in olabileceği bu filmde, tüm bu kolaycı post modern hattı aşan anlatıcılığın sırrı ne? Arabeski bu kadar estetik-ehlileştirip sığlığa düşürebilecekken, post arabesk bir dilde ve Ferdi Özbeğen’de herkesi birleştiren o sihir ne?
İlk cevabim; öğrenme.
Berkun Oya, Zeki Abinin televizyon ekranlarından yansıyan mavi ışıklardaki coşkulu hüzünden sosyal gerçekliği, Nuri Beyin kaportaj meyvelerinden fışkıran biçimsellikten varoluşsal erdemleri, Semih Hocanın dinsel sembolizminden akan kör göze ayetlerden ezoterik mercekleri, Reha yoldaşın doğayla kurduğu ilişkiden romantik hayalleri ve Yeşim ablanın gündelik karşılaşmalarından otantik kadın hallerini öğrenmiş. Her yeni yönetmenin kop-yala-yıp yapıştırdıklarını o önce bir süzgecinden geçirmiş. Öğrenmiş, önüne katmış ve yol kat etmiş. Böylece Türkiye modernliğinin konsantre halini anlatmakla kalmamış, 90lardan bu yana ana alternatif damarlarda gelişen Türkiye sinemasının biçimlerini de o çok hoş yumuşatıcı kokusu gibi makinaya atmış. Tam da bu yüzden Nazım Hikmet in Memleketimden İnsan Manzaraları’nın görsel haline kapı aralamış.
Diğer cevabım ise; tutumlu bir ısrar.
Girişte bahsini ettiğim psikoloji-psikiyatri damarındaki dil ısrarı bu. Berkun Oya-nın burdaki basarisi da samimiyetinden. Kapının önü bu, dibimizde bu var ve klişe olan şey her neyse, doğru anlatıldığında, o hikâye her zaman dolar… tavrındaki ısrarcı samimiyet. Önemsiz gibi görünen bir hikâyeyi oyunculuklarla parlatabilmedeki tutumluluk. Sosyal olan her şey bedene isliyorsa eğer, bedeni oyuncu kılarken geliştirilen filmografik yöntem ancak ve ancak sahnedir ve psikolog sandalyesidirfikrindeki uyumluluk. Dile yaslanarak ama dile indirgemeden. Bizimki gibi; söylenemeyen ama hissettirilenlerin tam ortasında, göstergelerin havada uçuştuğu ve uçuşanın halıflekslere sokuşturulduğu bir coğrafyada bedenleri turnusol kâğıdı kılan oyunculuklarda saklı ve çivinin çiviyi söktüğü ısrar.
Üstelik Bir Başkadır da nesnelerin de kendi yaşamları, karşılaşmaları ve hikâyede saklı içsel zamanları var. Terlikler ve çoraplar mesela. Alican Yücesoy’dan daha iyi oynayabiliyorlar. Nesneler kendilerinden önce ve sonrasındaki sahnelerle bir aralıkta yasayabiliyorlar. Yıllardır seyircinin kendiliğinden uzak bölük-pürçük ideal görüntüsünü ona satan diziciligin temsil etmeden yutturan kapitalist yanına, doğru bir hikâyecilikle çomak sokan hareketler bunlar.
Peki seçkinlere ait olduğu çokça dillendirilen psikoloji biliminin yine modernliğin içinden kendi seçkinini her an terapiye alan kapitalizmle savaşması… Bir Başkadır özelinde anlamlı mı? Psikolojinin sisteme meze olduğu gerçeği bi yana, onu kullanıp çelişkileri hızlandırmak, psikolojiden alınan bireyci güçle sosyolojik alanda yüzleşme fikri çok anlamlı. Gerici sistemin zıtlıkları biriktikçe, biriken sadece dilde ve bedende değil, arınma ve birleşme arzusunda da –inşallah- dışa doğru patlayacak. Herkesin etiketlendiği bi sosyallikte etiketin anlamı kalmayacak. Ki diyalektik doyum noktasına böyle böyle varılacak. Zincirlerimizi, başörtülerimizi ve atanmış cinsiyetlerimizi kapının eşiğine bırakıp ilk terapi durağından otogarlarımıza ve istasyonlarımıza dağılacağız. E peki dağılacaksak, niye bu kadar konuştuk, söyledik, ettik yani… elde ne var?
Bir Başkadır birtakım varoluşların çatmasından doğan çözülmelerin kendisini gelecek fikri olarak eczaneden aldığımız poşetin içine elişi çantası olarak tutturuyor. Bu yüzden de elde sadece bu var. Bu öyle bi reçete gibi bir sey de değil, daha çok bi çözülme ve genleşme hali, terapinin kendisi gibi sanki… Reçetelerdeki bilimsel indirgeme ve dinlerdeki kılıfına uydurma cabasının dışında yeni bir gelecek savunması. Yer yer bilimin zapt ettiği, çokça dinlerin fethettiği, az biraz da kahve telvelerinin yeni coğrafyalar keşfettiği gelecek tahayyüllerimize psikiyatrik göçmenlik vaat eden umutlu bi hal. Ama illa ki kadınların erkeklerle, muhafazakârların laiklerle, isçilerin zenginlerle, Kürtlerin Türklerle, ibnelerin straight-lerle, yaşlıların gençlerle yüzleştiği gecenin şafağında huzurlu uyanabileceğimiz bir sersemlikte.