RECEP ÖZDAŞ YAZDI : FLEABAG – SEYİRCİNİN BAKIŞINI ARZULAMAK

GZone yazarlarından Recep Özdaş, bu kez son iki senenin en fenomen dizilerinden Fleabag'i kaleme aldı.

Bu kadar kısa bir diziyi bu kadar zevkle ve sürünerek, uzatarak, hikâyenin bitmemesini isteyerek… bitirmemeyi asla istemezdim. Hem de bu her şeyi bitirme çağında.

Sinemada kameraya bakılmaz kuralı vardır. Oyuncu kameraya direk bakmaz, yoksa seyirci olarak biz izleyenler bu bakıştan ürkeriz, filme yabancılaşırız. Godard gibi sinema tanrıları bu etkiyi bile isteye yaparlar, oyuncuyu kameraya baktırırlar. Bizi, izleyeni bu bakışla bıktırırlar, yabancılaştırırlar. Bize izlenenin bir film olduğu gerçeğini hatırlatır, filmin içinden izleyenin yaşamına diyalektik bir sorgu sekansı acarlar. Peki ya Fleabag ve onu yazan, yöneten ve oynayan muhteşem Y kuşak Phoebe Waller-Bridge bu yöntemle ne yapıyor? Bizi kime ve neye yabancılaştırmak istiyor?

Bence kameraya bakıp, önce bizimle konuşan sonra da oyuna donen ve bu bakış aralığında hiç mi hiç yabancılaşma etkisi yaratmadan, her şeyi ama her şeyi yabancılaştırabilip sorgulatabilen, kadın kamera gözüne eşlik eden queer bir bakış var.

Yabancılıktan aktörlüğün kendisine dönüyor bu bakış. Seyircinin act ettiği kendi hayatına. İzleyeni filmden önce uzaklaştırıp, sonra uzakta tutup, en sonunda da o uzak aralıkta herkes kendi hayatının aktörü diyor. Dizideki yaş alma haline eklenen kirik dökük ama coşku dolu haller tam da bundan. 30’dan sonra tutunamayan, arkadaş yapamayan, âşık olamayan, bağlanamayan ve tüm bunlar olurken, ya da bunlar olduğu için seyirciye bakan, sonra da kendi bakışını kesen queer bir yöntem var ortada. Bu yöntem kadın, beden ve duygu başlıklarında ortaklaşıp, dizideki her kadına ve her erkeğe, yöntemi gereği, belli bi mesafeden bakış atıyor. Ve üstelik; Seyircinin bakisini da arzuluyor.

Günah çıkarma sahnesini günaha ve pişmanlığa bulayarak Hristiyan Batılı modern geleneğin artığı olan yalnız ve liberal dünyada günah işleyip, islendikçe günahı affedilen bireyin ikiyüzlülüğünü peder üzerinden arzuluyor. Bu yüzden pederi kilisede yatağa atmak istiyor.

Yine buna eklenen kapitalist şehir toplumunun erkekliğinde mükemmeliyetçilesen kadın rolünü abla figürü üzerinden arzuluyor. Erkekle ve sistemle girilen savaşta gücün başat bir faktör olarak kadın eliyle. erkek yarışında, nasıl öğütüldüğünü açık ediyor. Meral Akşenerler, Tansu Çillerler, ve saireler, ve saireler.

Bir de tabii liberal gösteri toplumuna eklenen ve meta olduğunun farkında bile olmayan simgesel sanat yapıcıların ve toksik sanat olumlayıcılığının ahlaken içine düştüğü pis çukur var, üvey anne figürüyle bize bakan. Bence dizinin yöntemini queerlestiren en önemli şey bu. Kimliğe dayalı yalancı söylemleri bu hattan açık etmek.

Diziyi, diziye ulaşmak için 8 ayrı reklam geçilen Türkiyeli bi online, illegal platformdan izledim. Ve her 10 dakikada bi, Hindistan ya da Arap ülkelerinden youtuber olmak isteyen birilerinin yemek yapma, tırnak takma videosu belirdi. (Bangladeş’ten arkadaşların tavuk sote videolarını 10 dk izledim bolümler arasında). Fleabag in bize bakisini bu reklamların da diziye kattığı bütünlüklü üst anlatımla izleyince, bir önceki paragrafta bahsettiğim sanat sepet olaylarının Insta ya da Youtube üzerinden açıklanması daha da güzel oluyor. Herkes kestirmeden köşeyi dönmek, en kısa ve en emeksiz yoldan bir çıkış yapmak istiyor. Herkes ama herkes çekiliş yapmak istiyor. Ama iyi ki de herkes Fleabag in biricik yöntemindeki gibi seyirciyi tagleyemiyor. Pardon tavlayamıyor.