RECEP ÖZDAŞ YAZDI: HAZİRAN GÜNCESİ

Recep Özdaş, LGBTİ+ hareketin kendi içinde de tartışmalara yol açan geçtiğimiz Haziran ayındaki iklimi kaleme aldı.

Heidi Hartmann muhteşem eseri “Marksizm’le Feminizmin Mutsuz Evliliği”nde bu iki büyük modern teorinin çatıştığı yeri anlatır. Bu çatışmadan da başka bir ilişki üretir. Oysa bugün kendini kuir diye tanımlayan çok küçük bazı çevrelerin feminizmle olan ilişkisi açık ilişki kıvamında bile değil. Çünkü önerdikleri bir şey yok. Sadece çıkmazları gösteriyorlar, bunu da ben yaparım temelsizligiyle doldurmaya çalışıyorlar, ödüller dağıtıyorlar. Oysa insan kuirle feminizmin ilişkisinden çokeşli, çok aşklı devrimci ilişki biçimleri bekliyor. Bi belediyenin çok amaçlı konferans salonunda birbirine benzeyen 10 kişinin amaçsız sahne kaygısını, kavgasını değil. 

Bu çıkmaz sokağın belediye tiyatrosunda biten yıl sonu gösterilerinin düzenlemesinde son yıllarda Onur Haftası Komitesi var. “Sokaklar bizim” deyip, fikir üretemedikleri yan yollardan, daldıkları teorik çıkmaz sokaklardan ona buna domates fırlatıyorlar. Bu yıl kurguladıkları bazı kategorilerde birçok feminist ismi aday göstermeleri, GZone gibi kuruluşları geymerkezcilikle suçlamaları domatesi yüzlerine gözlerine bulaştırmalarıyla ilgili.O geymerkezci platformlar, “eleştirileri aldık, gelişiyoruz” derken, eleştirdikleri insanlar kendilerini açıklamaya çalışırken, kimler Onur Haftası Komitesinin safında kimler değil, bilmeyecek kadar saf olmalarını isterdim ama sanki olayda bi hinlik var.

Kimlik siyasetinin dışarıda bırakan sinsiliği Onur Haftası Komitesinin üstüne sinmiş. Takıp takıştırmayı kimlik, giyinip diğerinden ayrışmayı da fikir üretmek sanıyorlar. Oysa başkalarına giydirip, üzerlerine geçirdikleriyle sahnede kalmayı amaçlıyorlar. Kendisini performatif, drag sanan sahte bi üst-baş indirgemeciligi. Ama sorsan Marksizm indirgemecidir, Feminizm özcüdür derler. Bence artık Onur Haftası Komitesinden beklenen hareket; sığ siyaset, diğerini dışarıda bırakma, fikir üretmeden domates fırlatma gibi kategorilerde seneye mutlaka kendilerini aday göstermeleri. Sonra da kendi adaylıklarını kendilerine sunup, kendi ödüllerini kendi kendilerine o muhteşem kendilik bilinciyle vermeleri. Türkiye’deki kuir aktivizmin kendi çalıp kendi oynayan şeker kız kendiliğine çok yakışan bir performans olur. Dillere pelesenk yapı bozucu performansın içi dolar en azından. Yoksa yani -TERF tartışmalarının haklı yanları bir yana- tüm Feminizm hareketini dışarıda bırakacak kadar aymaz kategorilerle kumda oynamak hiç haddimize değil. Marksizm olmadan Feminizm, Feminizm olmadan da kuir olmazdı. Bunu aklımıza sokalım, dost kim düşman kim deyip, ödül saflarımızı sık tutalım. Yoksa tabii ki muhafazakâr siyaset kazanacak.Tarih düz çizgisel değil, kümülatiftir. Eksi ya da artı tüm değerler bir şeyler üretir. Kendisine gönderme yapan, simgelerle yasayan içi bos ödül kategorilerine bu yüzden ihtiyacımız yok. Bunlar ne eksi ne artı üretir, daima sıfırı gösterir, yani hep yutarlar. Oysa Marksizm zamanının Feminizmi, Feminizm de türediği koşulların en radikal kuir hareketi sayılır.

Neden bugünün ödüllerle yasayan küçük grupları bu zamanın Feminizmi olmak, feministlerle dayanışmak; bu zamanın Marksizm’i olmak geymerkezci diye yaftaladıkları kitlelerle dayanışmak derdinde değiller anlamak zor.  

Belki de kolay. Kimlik siyaseti birini tutup ötekini bırakmayı çok sever. Sen onu tuttuğun anda o seni çoktan bırakmıştır. Başka daha cool sahneler vardır.    

Ama biz bu takım tutan, ödül dağıtan Kelebek ödülleri kafasından sıyrılıp Onur Ayı nda üstümüze yağan bereketi hakkaniyetle ve merhametle değerlendirelim. 

Olmayanlar;  Nuri Harun Ateş in yukarıda sayılanları adeta söze -klibe döktüğü Ay. Olayın samimiyetine, niyetine tamam da. Ama yani olay üstümüze gökkuşağı bayrağı dikip istediğimi giyerim sığlığında İstiklalde yürümek mi cidden? Neyse yine de sığlık olsun. 

Olanlar;  Q-bra ve Mx.Sür den içi dolu naş naş, adeta bir pirde marş; ALAN2020. Üstelik ne giyerim fikrinde değil, güm güm sirenler eşliğinde. Ve ucuzluğun en sofistike hali Lubunca estetiğinde. 

Ve Yiğit Karaahmet ten politik doğru yalanını dert etmeyen, ibne-toplumsal köylü gerçeklik; Koyün En Güzel Kızı. Hani köylerde köre kör, şaşıya şaş derler ya. İnsanları fiziksel gerçekleriyle on adlayıp, öyle çağırırlar. Bu asla incitmez, samimi kokar. Yiğit de Mehmet Murat Somer e bu samimiyetle soruyor. Somer de kokuyu alıp, aynı ibnelikte ve çok muhteşem örneklerle cevaplıyor. Üstelik Güner Kuban dan, Reşad Ekrem Koçu dan bahsediyor. Onur ayı edebi bellek radyosu çalmaya devam ediyor.

Editörün Notu: GZone’da yayınlanan köşe yazıları, yazarların kendi kişisel fikirlerini belirtmektedir ve özgür yayın politikamız gereğince herhangi bir sansüre/düzeltmeye tabi tutulmamıştır.