Hayallerimizde pembe panjurlu evlerimizin begonvil kokulu balkonlarında aşkla yaşlanıyoruz…
Hayal bu ya, kimi de toplayıp pılısını pırtısını sahil kasabalarına göç ediyor. Ama şehir hiç yok! Şehir isimleri yok o hayallerin içinde. Köy var, kasaba var, eş var, dost var ama şehir yok! Şehirler hapsetti her şeyimizi! Metropol söyletti ilk yalanımızı… Kandırdı ilk sevdiğimizi ünlü harflerinden!
İnsan, yanılıyor. İnsan, aldatıyor. Yalan söylüyor, yalanı da seviyor zamanla aldatmayı sevdiği gibi, aldatmayı affettiği gibi. Ve biz çok acıyoruz, acıdıkça çoğalıyoruz. Karabasan gibi çöküyoruz sıradakinin hayatına. Sonrası, sonrası yok. Etekleri zil çalan, eteklerinden bahar damlayan düşlerimizi kışa çevirenlerin yanından “olsun be!” diye göç ediyoruz önümüzdeki aylara. Oysa nasıl yanıyoruz! Ilık ılık kanıyoruz açık kalan neremiz varsa. Hiç yalan söyleme! Sen de aldatıyorsun, ben de. Ve bunu büyük bir arsızlıkla yapıyoruz. Sorsan, hepimiz aynı dertten geliyoruz ama müthiş aldatıyoruz. Sever gibi yapıyoruz bazen, bazen de orgazm taklidi yapıyoruz. İçimizde bir başkasına ait duygularla hiç utanmadan sarılıyoruz karşımızdakine. Yeter ki bitsin diyoruz bu içten gelen ve yine içe batan acı. Acımızdan sıyrılmak için mış gibi yapıyoruz hayata ve sen hala aldatmayı biriyle sevişmek sanıyorsun. Mış gibi yaptığın neresi varsa hayatında, en güzel sen aldatıyorsun. Kendini aldatmaya başladıktan sonra bir başkasına çuvaldızını batırmaktan çekinmiyorsun bile. Aldatmamak için kimsenin kanına girmiyor, ilişkiyi reddediyor, aşka zamanım yok diyoruz çünkü huyumuzu biliyoruz. Çünkü ciğerimizi tanıyoruz. Yaşadığımız yüzyılın en büyük hastalığının yalnızlık olması tam da bu nedenle işte. Yalnızlığı sevmeyi tercih ettiğimiz gün başladı bizim cehennemimiz. Çünkü şeytan işidir aldatmak. Ve bunu bir defa yaptın mı, bir gün kendinin de aldatılacağı paranoyasıyla yaşamaya başlarsın. Gelecek sanki geçmiş gibi olur. İllüzyonunla gerçeği ayırt edememeye başlarsın. Yanılmalarla, aldatmalarla geçecek bir hayatın sözleşmesini o gün yaparsın.
Şarkılar vardı hani. “Çok üzgünüm istemeden seni dün gece aldattım!” diyordu biri. “Dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf sana benziyor diye” devam ediyordu bir diğeri de… Hiç olmadık duyguların peşinde, aldatıyorduk birbirimizi. Aldanıyorduk zamana. Kimi çok sevdiğinden, kimi de çok üzüldüğünden vaktin zamanında… Bahaneler kıç gibiydi ve herkeste bir tane vardı mutlaka. İntikamını alıyorduk aldığımız her nefesin. Hep bir üzüleni oluyordu hikayemizin. Mutlu biten aşklara tanıklığımız yalancı şahitliğe düşeli çok oldu. İyi halden aldığımız indirimler sezon sonu fiyatlarından satıldı. Pis olduk. Pislik olduk.
Mesela sen, giderken en güvendiğin yanından, sustun mu acımasızlığına? “Ben olmalıydım onun yerinde!” dedin mi? Kime güldüğünü bile bile, yüzdün mü mavi denizlerin neşeli yunusları gibi? O şimdi, senin özlemiyle intihar ettiğin tüm duyguları başkasıyla yaşıyor! Yaşıyor musun sen de? Ölmedin mi hala? Mutluluklar diledin mi kendi cenazene?
Bu böyle nereye kadar? Güvenemeyecek miyiz biz kimseye? Son görülmesine bakmadan mesajlarımızın, stalklamadan yedi sülalesini, falcı kadının söylediği bir iki harften yürüyemeyecek miyiz hayallerimizin üzerine?
Şeytan işidir aldatmak. Ve bunu bir defa yaptın mı, bir gün kendinin de aldatılacağı paranoyasıyla yaşamaya başlarsın. Gelecek sanki geçmiş gibi olur. İllüzyonunla gerçeği ayırt edememeye başlarsın. Yanılmalarla, aldatmalarla geçecek bir hayatın sözleşmesini o gün yaparsın. Hadi geçmiş olsun.