GZone Dergi Yaşam yazarı Recep Özdaş, Türkiye televizyonlarındaki sözde eşcinsel karakterlerin eşcinselleri nasıl temsil etmediğine “DİZİ BİZİ ANLATMAZ: Rol, Temsil ve Yerleştirme” isimli yazısında değiniyor. İşte bu yazı:
Rol yapılması gereken, temsil ise rolün ürettiğinin başkası adına sergilenmesi beklenendir. Peki rol ve temsil bu kadar saf ve dilde beyaz mıdır? Tabi ki değil. Değilse izlediğimiz şeyi nasıl anlayacağız, neyle kıyaslayacağız? Yarattığı tek boyutlu gey karakterlerle bizi asla izlemediğini bildiğimiz dizileri izlemeden bilebilir miyiz mesela?
Evet, hatta fazlasını bile biliriz. Peki, nedir bu fazla? Bir dizi mi, arkadaş mı, kimlik ya da hikâye mi?
Bu sorular izlemenin anlamına göre bahsi geçen her şeyi kurar, kurmakla kalmayıp tüm bu kavramları başka cephelerden meşrulaştırır. Mesela ben izlemden bilebileceğimi düşündüğüm bir şey üzerine yazmak, kurmak istiyorum: Jet Sosyete’i izlemedim, Kiralık Aşk’ı da (Youtube dan atlayarak geçtim işte). Ama bu dizilerin yan rollerde komik gey temalarını izlemeden eleştirebilme hakkım var. Çünkü bir grubu temsil etmediği şeye dönüştürmek istiyorlar. Nasıl mı? Tabii ki egemenlerin o grubu kendine doğru çağırmasıyla. Egemen kim? Bu dizileri yazan-çizenler. Peki, izlemeden iddia edeceğim şeyleri nasıl temellendiririm? Tabii ki deneyim, eylem ve en önemlisi öznesi olduğumu kendi toplumsal konumumla.
O kadar diyoruz, ediyoruz aslında: Bu ülkede dizi-film yapanların ürettiği gey, lezbiyen, trans, quuer + tiplemeler organik değil. Yine de bir ek daha: Bu tipler sizin güldürünüz ya da acılı sahte politik öngörünüz hiç değil. Bu grupların, kimliklerin, insanların temsil ettiği asıl şey: var olma çabalarıdır.
Rol ve temsile geri dönersek işte; Kiralık Aşk’ın Koriş’i mesela, eğer ki oynadığı rol kendi hayatına benziyor ise rol yapmıyor gibi görünebilir. Ama buna kolaylıkla rol diyebiliriz izleyen olarak. İstenen bir performansı, yani bekleneni sergilediği için rol yapıyor pekâlâ. Jet Sosyete’nin Tuni’si Enis ARIKAN ise yüklü miktarda aşırılıkların rolünü yaparak, kendi hayatında böyle aşırılıklar pek tabii var olabilir, başka bir şeyi temsil ediyor. Toplamda her iki karakter de kendi öznel konumları, deneyimleri ve eylemleri dışında temsiller işin açıkçası. Asıl sorun işe şimdi başlıyor. Özel olan politikse eğer, benim beni temsil etmeyeni izlememezlik etmem (Jet Sosyete’yi izlememek misal) ama üzerine söz söylemem nedir? Onu anlamamaya çalışmak değildir bu. Zaten seni anlamamış olana karşı durmaktır.
Ve olay burada kopuyor: Farklı güç konumları içinde temsiliyeti (queer) yanlış yapan, piyasa kodları içinde kendi saftirik normlarını oluşturup, bir de bunları alternatifmiş gibi sunan ve gayet de yutturan tehlikeli dizi senaristi, yönetmen, yapımcı insanlar gey-lezbiyen-queer+ arkadaşlarının gözlerinin içine baka baka nasıl sahtelik ederler? Çizdikleri resimlerin temsil ettirdikleri tiplere ait olmadığını çok iyi biliyorlar mesela. Yine de bu böyledir deyip, eşin- dostun kalmaya devam ediyorlar.
Beylik laflar etmek için erkek olmaya gerek yok sonuçta, erilleşmeye başla yeter. Böylece en yakındaki ama en sinsi tip olup (yazan çizenler), ekrandan yanağımıza makas alabilirsin. Buralarda işte tehlike büyüyor: diziler ve filmler ve tüm yanlış-ideolojik temsiller bir anda o diziden inen ruh gibi günlük yaşamımızda dolanıyor. Eşin-dostun, arkadaşının seni izleyerek bilebileceği ve bu bilgiden de bir temsil üreteceği tehlike çanları kapıya dayanıyor. Ya da açık konuşmak gerekirse yazıp çizenler “bu haddi kendinde buluyor”. Çünkü had meselesi kiminle ne kadar yakın ilişki kurduğun, kimi hayatının içeriğine ona söz söyleme hakkını vererek dâhil ettiğinle çok alakalı: İçselleştirilmiş homofobi en içerde durur, orda rahat rahat bekler!
Böylece işte, bu senin hayatının içeriğini bildiğini sananlar kolayca senin adına her biri diğerinden farklı bir grubun kimliğini ve varoluşunu hiçe sayarak, yeni yöntemler oluşturuyor. Misal; oluşturdukları abartılı, parodi bile olamayan, gürültülü, kötücül, sinsi ve asla organik olamayan ama çok içtenmiş gibi görünen gey-queer kimliklerle Koriş’in ve Tony’nin temsili işte. Ve bu temsiller senin adına konuşmaya başlıyor. Tamam, komedide temsil abartılır, her şey sivrilir falan, eyvallah ama yöntemler içerik oluşturur ve bu içerikler seni linç etmeye hazır topluma altın tepside sunulur. Bu tepsiye şu görseli koyalım mesela:
Rol ve temsille ilgili bahsettiklerimden bir tık daha sinsi ve çok ama çok tehlikeli. Nerden tutsan elinde kalıyor. Militarizm mi? Kırılgan ya da hegemonik erkeklik mi? Queer mi? Çağdaş sanat mı? Enstalasyon mu? Ne bu acaba? Bence yerleştirme. Birileri diğer ezilmiş grubu istediği gibi eğip, büküp sonra onu istediği yere yerleştirebiliyor. O naif gibi görünen roller ustaca yerleştirme sanatına dönüşebiliyor.
Şimdi en mesleki gibi görünen rol kesmelerden, tehlikeli temsillere şunu diyelim: Temsil bi yandan da öldürür sevgili eli sivri kalem tutan arkadaşlar. O sivri kalemi bi önce kendinize batırın da çuvaldız yerleşeceği yeri beklesin.
Peki, bunca varoluş çabası ve mücadelesinin içinde seni doğru temsil ettiğini düşünen diziyi, filmi (ki çoğu eşimiz dostumuz arkadaşımız) niye izlememeliyiz? Çünkü bu karakterleri yapan insanlar zaten bizi izlemiyor da ondan. Bizim de bu dizileri izlemeden onların neyi kaçırdığını ve neyi asla temsil edemediklerini anlatmamız haklılaşıyor. Çünkü çizdikleri abartılı, tek boyutlu karakterler bir süre sonra meşrulaşıyor, doğallaşıyor, normlaşıyor. Bu yüzden de aktifler askere alınıyor, her geyin ana babası çocuğunun Bülent Ersoy olacağını sanıyor. Anlamlı bir son çağrıyla bitirerek; seninleyken kaşını gözünü izleyip, yanlış rol ve temsillerle seni oraya buraya yerleştirip, üstüne üstlük ve ısrarla onun dizisini-filmini izlemeni bekleyen, eli kalem tutan arkadaşlarımız: İnsan sirkinde değilsiniz ve attığınız fındık fıstıklar birilerinin kafasına taş olarak düşüyor.
Nisan 2018 GZone Dergi içeriklerine aşağıdaki dergi kapağımızı tıklayarak ulaşabilirsiniz.