Bence kendi hikayelerini anlatamayan ibneler başkalarının da hikayelerinde hep mezeler. Zaten kendi hikayeni anlatamıyorsan, sanat çabanda da yancısındır çoğu zaman.
Ben de tam kafiye derdiyle başladığım cümlelerime beyaz gay-lerimizin her yerde bi uyum, bi kafiye arama derdiyle devam edeceğim. Zira Bihter’in yönetmenleri Caner Alper ve Mehmet Binay efil efil uçuşan keten pantolonlarla ve çıplak ayaklarla kumlar üstünde, uzak okyanuslarda bi yerde dünya evine girdikten sonra (dünya evi ne ya? Ne saçma) bu düzene hem kıyafetlendirildiler hem de kafiyelendiler. İstenen ve aranan gay çift imajıyla mühürlenip tatlı bir telaşla başkalarının hikayelerine tikeldiler. Ailemizin it-couple i beyaz gay-ler ellerinin değdiği her şeyi beyazlaştırma derdindeler. Buna bir kendini görememezlik de denebilir. Dedim ya kendi hikayeni anlatacak cesaret ya da mesafen yoksa, uzak kıyıların beyaz kumlarında debeleniyorsun adeta.
Bu debelenme halini yıllar önce Issız Adamla da yaşadık. Ada ve Adam-la ???? kafiyelenen Çağan Irmak beyazlığı da ibne bi hikâyeden yalan bi ağlak mersiye çıkarmıştı. Ölü bir gay-in ağıtıydı sanki o film. Hetero bi çiftte canlanmıştı soundtracklerceee. Oradan buraya Ümit Ünal’ın cesaretsiz lezbiyenleri, kendisiyle ilgili bir cesaretsizliği de anlattı. Sonra da piyasaya yamanan tatlı bir cifte, Caner Alper ve Mehmet Binay’a tikeldi ülke. Önce iyi mi kötü mü olduğu ilk başta belli olmayan beyaz bi yalanla Ahmet Yıldız’ın anısı kirlendi Zenne ’de. Sonra Bergen’in gerçek acılarından yalan bi arabesk servis edildi perdeye. Ibnelikler güçlü kadın figürlerinin eteklerine saklandılar. O eteklerden feyz alamadılar.
Murathan Mungan’cılık ve arabesk melankolisinde büyük kitlelerden koli düşürme derdi de vardı bence. Ben de düşmüştüm, he wallah.
Hani şöyle bi geçmişten umut çıkarma derdi. Gelecekten umut yok ki 20 yıldır yani. Geçmişe tikelen kitlelere şimdi de Bihter’in art-deco mobilya-cılık estetiğiyle erişmek istedi beyaz yönetmenlerimiz. Feminizme art-decoyla yaklaşmak? Hahahhaha.
Ancak ortaya karışık bi lise müsamere. Bence bugünden izleyici 2008 Aşk-ı Memnu suna özlemle, yine gelecekten ümitsiz bi halde sarılacak Bihter’e.
Hani anlamadığımız şey şu bi de; Ask-i Memnu dizide de kitapta da Bihter zaten güçlüydü. Silahlarcaa Behlül’ü öldürtmeye, ne gerek vardı havalara ateş etmeye? Zaten o güç ve direnç intihar kararını aldırdı da Bihter kahramanlaştı hepimize. Bu yüzden dizi bile olamayan, yakın çekim kameralarla konsantre bir Aşk-i Memnu, Yılmaz Erdoğan güzel hareketler skeç ciliği, ‘ben Bihter’im, sadece Bihter’ slogancılığında dil bulan feminist washing, ortaya saçılmış-savruk, ne istediğini bilmeyen bir kamera, hikayesi olmayan hikâye.
Kadınsız feminizmler, queersiz ibne bi kafiye kaldı bize.
Bu yazıda beyazlığı bi tavır, kültürel bi çeper olarak tanımladım. Hani o Türkiye’de erişilemeyen, her şeyin kesişim kümesi olduğunu zanneden küçük azınlığın sanat üretme cüreti ve cesaretine… beyazlık diyorum.